Sana, boş kovanlardan, yankılı mermi uğultuları,
Ve bulut yüklü bir Eylül'den,
Yağmur köklü çiçekler yolluyorum.
"Belleğin balçıklansın, yüreğin ayaklansın" diye,
Tut ki; kökünden sökülüp koparılmışsın,
Ya da kendi ayaklarınla,
Bir topraktan diğerine atılmışsın,
Ne çıkar? Sonunda yok sayılmışsın.
Sen; yine, müebbed bir sürgünün
Meçhul adresinde Cumaertesi,
Apaçık bir kavşakta sararmış,
Asi bir korkuluk heybetisin.
Ve bilenmiş bıçakların berrak ışıltısında,
Yerle gök arası bir merdivenin
Sisli boşluğunda kimsesiz,
Sallanan bir ipsin,
Katlime ferman olmuşsun.
Kaç yazar? Garipsin.
Sana, loş odalardan sanrılı aşk tortuları,
Ve umut ölçülü bir şiirden,
Melankolik redifler yolluyorum.
"Ellerin açık kalsın, yüreğin kara çalsın" diye,
Dürüst aynalara dönüp arkanı,
Gittiğin günden, sahte gözünü,
Riyakar sulara çevirmişsin yüzünü,
O sularda yitirmişsin berrak özünü.
Tüm yolladıklarım sana,
Aldı benden bir kaç asrı,
Aşk; gönül değirmeninde,
Çatlayan bir sabır taşı,
Sen; yine, münzevi bir öykünün
Asi serzenişinde satırbaşı,
Ve kalem kırgın şimdi, şiirler ziyan,
Aylardan bir Haziran,
Yıldırım gibi bir yüreğe,
Düşmedikten sonra üryan,
Ne çıkar? Buzdan ayrılıkları,
Ateş korusunda saklasan,
Yüreğine sığmadıktan sonra,
Bir mendeburun kaba silüeti,
Ne gam ne keder artık ne tasa,
Ne çıkar?
"El" dediğin ellerde,
Ellerin olsa!